Bizler, eskimiş yöntemlerle ders kitaplarının ve online eğitim araştırmalarının tepesinde dikile duralım; eğitsel proje geliştiricileri, bizi konuya odaklı tutup motive edecek yepyeni yöntemlerle ortaya çıkmaya devam ediyor. Dünya genelinde eğitsel projeler alanındaki en ilerici yöntemleri, Novakid Uluslararası Online İngilizce Okulu uzmanlarından Dmitry Malin ile masaya yatırdık.
2022 yılında yaşadığımız yerden bağımsız biçimde eğitsel programlara erişebildiğimiz gibi uzaktan ya da karma biçimde (yüz yüze ve uzaktan) gerçekleştirilen dersler sayesinde bu programlarda çok daha az vakit harcar hale geldik.
Ancak kablosuz ağlardan, mobil cihazlardan ve bulut teknolojilerinden çok daha fazlasını sunan bir teknoloji var: EdTech. EdTech, günümüzde bilgi iletim sürecini temelden değiştiren ve eğitimi hem nitelik hem de verim açısından yepyeni bir seviyeye taşıyan türde gelişmeleri kapsıyor. Bu alanda geleceğe dönük üretilen teknolojilerin henüz ilk geliştirme ve uygulama aşamasında olduğu düşünüldüğünde (örneğin sanal ve yapay zeka (AI) alanında gördüğümüz gibi), ilerleyen yıllarda çok daha ilginç EdTech projeleriyle karşılaşacağımız kesin.
Grand View Research firmasının analistlerine göre küresel EdTech sektörünün 2020 – 2027 dönemi içerisinde %17,9 oranında bir yıllık ortalama büyüme (CAGR) kaydederek 680 milyar ABD Doları değerine ulaşacağı öngörülüyor. Söz konusu büyümenin büyük oranda yoğunlaşmalı öğrenime yönelik düşük maliyetli yeni olanaklar yaratan mobil teknolojilere, bulut hizmetlerine ve sanal gerçekliğe dayalı olarak gerçekleşmesi bekleniyor.
2022 yılı için bu konuyla ilgili, en ilgi çekici teknolojileri aşağıda ele alacağız.
Animasyon
Günümüzde animasyon, çizgi film ya da oyun endüstrisinin geleneksel dili olmaktan çıkmış durumda. İyi bir olay örgüsü ile gerçek yaşama öykünen uygun bir içerik, hem öğrencilerin katılımını arttırma hem de bilgi birikimini pekiştirme açısından e-öğrenme alanında animasyonun başarılı biçimde kullanılmasını mümkün kılıyor.
Birçok durumda ses, görüntü ve hareketi bir araya getiren animasyonlu eğitim videoları, duyuları harekete geçirme açısından günlerce yazılı materyallere yoğunlaşarak öğrenmeye oranla çok daha başarılı bir sonuç çıkarıyor. Motivasyon artışının yanı sıra animasyon içeren eğitsel videolar, öğrenilen bilginin uzun süreli biçimde bellekte tutulmasını da sağlıyor. Örneğin SAVO Group tarafından gerçekleştirilen bir çalışmaya göre sıradan bir işçi, işlenen bir konuyu bir hafta içerisinde %65 oranında unuturken öğrenim materyaline görsel öğeler eklendiğinde daha iyi sonuçlar alabiliyor.
Oyunlaştırma
Modern eğitim sisteminde oyunlaştırma, geleneksel eğitim uygulamalarına çok benzerdir; ancak yeni ve dijital bir yaklaşım içerir. Tarih içerisinde öğretmenler, okuma yapan ve iyi notlar alan (ve hatta iyi davranışlar sergileyen) öğrencileri ödüllendirmiştir. İçinde bulunduğumuz dijital çağda oyun mekaniklerinin çok daha geniş çaplı bir biçimde kullanılması sonucu eğitsel araçların kendisi, oyuna ait bir ögeye dönüşebilmektedir. Örneğin çok iyi bilinen ve sandbox tarzı bir oyun olan Minecraft, dünyanın dört bir köşesindeki öğretmenler ve profesörler tarafından yıllardır kullanılmaktadır. Öyle ki serbest bir müfredata dayalı biçimde dileyen herkesin kendi öğrenim platformunu oluşturabileceği türde, oyundan ayrı ve çok dilli bir Minecraft Eğitim kütüphanesi (Minecraft Education library) bulunur.
Oyunlaştırmanın iki temel türü vardır: yapısal ve içeriksel. Bunların ikisi de farklı biçimlerde fayda sağlar. Her ikisi de öğrencilere hem keyifle oyun oynama hem de öğrenme şansını sunar. Öğrenciler, aynı zamanda becerilerini pratiğe dökerken oyunlaştırma yoluyla elde ettikleri sonuçları görebilirler.
Peki ama öğretmenlerin ve profesörlerin bu oyunda ne gibi bir görevi var? Her şeyden önce bir hedef belirleyebilmenin yolu doğru ifadelerden ve basit, anlaşılabilir kurallardan geçer. Örneğin kimya dersinde periyodik cetveldeki elementlerin özelliklerini ezberlemek gibi sıkıcı bir konu, bir anda dünyayı insanların yarattığı bir felaketten kurtaracak formülü bulmak üzere çocuklar için ufak bir maceraya dönüştürülebilir.
Senaryonun seçilmesi ve rollerin dağıtılması aşamalarından sonra ise ders, gerçek bir maceraya dönüşür; hızlı olanlar ve doğru yanıt verenler puan kazanır, tabletler ve akıllı telefonlar harita kullanırken ya da keşif yaparken takımlara yardımcı olur.
Oyunlaştırmanın temel faydası, öğrenim sürecindeki sıkıcılığı ortadan kaldırmasıdır. Öğrenmek, eğlenceli ve heyecanlı bir eyleme dönüşür. 2022 yılında birçok öğrencinin istediği de tam olarak budur.
Sanal ve yoğunlaşmalı teknolojiler
Günümüzde yoğunlaşmalı öğrenime yönelik sanal teknolojiler arasında sanal gerçeklik (VR), artırılmış gerçeklik (AR) ve karma gerçeklik (MR) ile tüm bunların farklı oranlarda birleştirilmesinden oluşan genişletilmiş gerçeklik (XR) sayılabilir.
Odaklanmakta zorlandığımız, aşırı hızlı “yığınlar” biçiminde düzensiz bir bilgi akışı tükettiğimiz bu kaotik dönemde, daha heyecan verici ve ilgi çekici öğrenim deneyimlerinin oluşturulması özellikle önem kazanmıştır. Çok basit bir örnek vermek gerekirse: Sizce hangi ders daha akılda kalıcı olabilir; Roma İmparatorluğu hakkında tarih kitabından okunarak işlenen bir ders mi yoksa dijital olarak yeniden oluşturulan Antik Roma’yı sanal olarak gezdiğiniz bir ders mi?
Hiçbir şekilde yaralanma ya da pahalı ekipmanlarda hasar oluşturma tehlikesi olmadan, gerçeğe mümkün olduğunca yakın biçimde hazırlanmış bir simülasyon ortamında eğitim faaliyetleri sunma açısından sanallaştırma teknolojileri de diğer olanaklar kadar avantajlıdır. Ancak bu tür teknolojilerin yalnızca cerrahlar, pilotlar, itfaiyeciler ya da kurtarma ekipleri tarafından kullanılabileceği düşünülmemelidir. Becerilerin kapsamlı eğitimlerden geçirilmesini gerektiren, çok daha az tehlike içeren ancak yine de stres oluşturan başka durumlar da söz konusudur.
Örneğin sanal konuşma (Virtual Speech) uygulaması, “topluluk önünde” sanal bir dinleyici kitlesine konuşma yapıp konuşmanızın kalitesi ve ses tonuna dayalı biçimde eş zamanlı geri bildirim almanızı sağlayarak “sosyal” becerilerin geliştirilmesini mümkün kılar. Labster uygulaması, üniversite öğrencilerinin bir bilim laboratuvarı simülasyonunda, masrafa yol açabilecek herhangi bir hata yapmadan komplike ekipmanlarla pratik yapabilmelerini sağlarken, VR Expeditions uygulaması öğretmenleri eşliğinde tüm sınıfın 360 farklı şehre sanal gezi düzenleyebilmesini mümkün kılar.
Beklenen bir sonraki büyük gelişme ise sanal meta dünyaların ortaya çıkması; sanal, artırılmış ve genişletilmiş gerçeklik teknolojilerinin (VR/AR/XR) yoğunlaşmalı ve etkileşimli bir 3 Boyutlu gerçeklik sayesinde fiziksel etkileşimi ortadan kaldırması ve bu sayede kullanıcılara evlerinden ayrılmadan dünyanın dört bir köşesindeki insanlarla ve nesnelerle etkileşime geçerek öğrenme imkanı sunulması söz konusu.
Bir sanal gerçeklik (VR) gözlüğünün fiyatı, son dönemde 1.000 ABD Dolarını aşmış olsa da 2023 yılında bu rakamın 200 ABD Doları seviyesine inmesi, mobil sanal gerçeklik (VR) cihazlarının ise bu fiyattan daha aşağıya düşmesi bekleniyor. Aynı şekilde bu teknolojinin müfredatın standart bir parçası haline gelerek daha çok okulda mevcut hale gelmesi söz konusu.
Artırılmış gerçeklik (AR) sektörünün eğitim alanındaki toplam değerinin ise 2023 yılında 5,3 milyar ABD Doları seviyesine ulaşması öngörülüyor.
Eğitim alanında devam eden otomasyonun bir parçası olarak yapay zeka (AI)
Yapay Zeka (AI), şimdiden eğitimi büyük oranda etkilemiş durumdadır. Eğitsel görevleri öğretmenlere oranla çok daha başarılı biçimde yerine getirebilen, kendi kendine öğrenebilen algoritmalara sahip programlar çok büyük beklentiler doğurmaktadır.
Öğrenci çalışmalarının gözden geçirilmesi ve değerlendirilmesi gibi rutin görevleri otomatikleştirmenin dışında Yapay Zeka (AI), bireysel eğitim biçimleri, uzaktan öğrenme ve tüm bunların yanı sıra öğrenilen materyalde ilerlendikçe öğrencinin ihtiyaçlarına göre kursun ayarlanması konseptine dayanan uyarlanabilir öğrenme için de kullanılacaktır. İlginç bir biçimde çocukların ilgisini takip etmek üzere bilgisayar tabanlı görüş algoritmalarının kullanıldığı akıllı göz sistemi (Smart Eye system), Çin’deki okullarda şimdiden uygulamaya alınmıştır.
Öğrenim metodolojisi geliştirmek üzere yapay zeka teknolojilerinin öğretmenler tarafından kullanılması ve Yapay Zeka (AI) ile çalışan tahminsel analizler sayesinde, bilgi birikimine dayalı olarak öğrencilerin içgüdüsel biçimde öğrenebileceği içeriğin geliştirilmesi mümkündür. Yapay Zeka (AI), topladığı “deneyimleri” yeni katılanlara aktarma yoluyla bir tür “dijital eğitmen” görevi üstlenebilir.
Hem konuşmanın tanınması hem de sentezlenmesi için kullanılabilecek olan doğal dil işleme (NLP) teknolojileri, çok büyük bir potansiyele sahiptir. Yabancı dil öğretimine ilişkin çok sayıda programda benzer geliştirmeler şimdiden sıklıkla kullanılmaktadır. Örneğin Duolingo öğrencilerin yalnızca yeni kelimeler öğrenmelerine değil aynı zamanda bu kelimelerin nasıl en doğru biçimde telaffuz edildiğini inceleyebilmelerine olanak sağlamaktadır.
Öğrenimi “demokratikleştirme” yolunda Blockchain
Herhangi bir aracı kurum olmadan işlem gerçekleştirilmesini sağlayan, blockchain teknolojisine dayalı dağıtılmış işlem çözümü, geçmişte yalnızca bitcoin ve diğer dijital para birimleriyle ilişkilendirilmiş olsa da artık eğitsel teknolojilerde uygulamaya alınması çok muhtemel bir noktaya gelmiştir.
Örneğin şirketler, blockchain sistemini kullanarak çalışma saatleri dışında eğitim almayı kabul eden çalışanlarına token verebilir; çalışanlar da bunları gerçek birer teşvik biçiminde izne ya da bir sonraki terfide kullanılmak üzere puana dönüştürebilir. Blockchain teknolojisi, aynı zamanda öğrenmeye yönelik materyalin depolanmasını sağladığından merkezi bulut depolama maliyetinde %90’lara varan bir tasarruf sunar.
Blockchain, evraklarla ya da dijital ortama aktarılmış istatistiklerle ilişkili hata oluşması riski bulunmadan, çalışanların kalifikasyonlarını ve sertifikalarını takip etmek için de kullanılabilir.
Önemli veriler ve kişileştirme
Yapay zekanın katkısı da dahil olmak üzere modern veri analiz yöntemlerinin kullanımı, eğitsel programlara ait en faydalı bileşenleri ortaya çıkaracak biçimde öğrenci davranışlarındaki kalıpların tanımlanabilmesini mümkün kılar.
Bu sayede programlar her bir öğrencinin ihtiyacını karşılayacak biçimde adapte edilebilir. Örneğin bu yöntemle belirli bir derste ya da konuda zorluk yaşayan öğrenciler belirlendikten sonra, bu öğrencilere otomatik olarak ek ders atanabilir.
Bulut tabanlı eğitim
Bulut bilişim, esas olarak internet aracılığıyla eriştiğimiz insan üretimi trilyonlarca terabyte’lık veriden oluşan dijital dünyamızın temelini teşkil eder. Günümüzde bulut sistemleri, sadece dosyaların ve veri tabanlarının uzaktan depolanmasına yönelik bir altyapı sunmanın ötesinde finans, perakende, sağlık, imalat, eğlence ve pek tabii ki eğitim sektöründe çok çeşitli dijital hizmetlere de erişebilmemizi sağlar.
Modern dijital öğrenme sistemleri söz konusu olduğunda ezici çoğunluğu ekseriyetle bulut tabanlı sistemler oluşturur. Bu bulut sistemleri, dünyanın dört bir köşesindeki öğrencilerin ve öğretmenlerin etkileşime geçebildiği verimli bir öğrenme ortamı oluşturmak üzere kullanılır.
Nöro-eğitim: Artık hiç yabancı olmadığımız bir alan
Nöro-pedagoji, hem beyni hem de beyne ait sinirsel süreçleri inceleyen çeşitli sinir bilim dallarının ilkeleri üzerine kurulu bir öğretim alanıdır. Ufak gruplar halinde yüz yüze eğitim biçiminde ya da yapay zeka aracılığıyla işlenen dersleri öğrencinin bireysel özelliklerine uyarlayarak öğrenme sürecinin kişiselleştirilmesi, nöro-pedagojinin ön planında yer alır.
Eğitsel sinir bilim metodolojisi, yeni kavramlar ve beceriler üzerinde çalışılırken en iyi sonuçları verir; bu süreçte eleştirel düşünme teşvik edilirken aynı zamanda öğrenim sırasında geçmişten bu yana en sık karşılaşılan odaklanma sorunu üzerinde de durulur. Ders sırasında odaklanma ve konsantrasyon sağlama, sinir bilimin eğitim alanında tercih edilmesinde temel nedenlerden birisidir.
Yüz yüze eğitim, evrensel dersler, ezbere dayalı test sistemi ve denetimsiz ev ödevi gibi birçok geleneksel öğretim yönteminin verimliliğini en sık sorgulayan sektörün de sinir bilim olması ilgi çekicidir.
Her ne kadar 90’lı yıllarda ortaya çıktığında eleştirilmiş olsa da beyin bilimini eğitime entegre etme girişimlerine halkın ilgisi geçtiğimiz on yıl içerisinde %300 oranında artış göstermiş, modern akademik çevreler ise eğitim reformu açısından sinir biliminin potansiyelini son derece önemli ve umut verici olarak değerlendirmiştir. Bu alanın geleceğe dönük olarak göstereceği gelişim, ilgili teknolojilerin ortaya çıkması ve iyileştirilmesi ile doğrudan bağlantılı olacaktır.
Mikro ve nano-öğrenim: Abartısız eğitim
İnsan beyni, tek bir eğitim seansı boyunca özümseyebileceği bilgi miktarı bakımından doğuştan sınırlıdır. Dahası, daha önceden çalışılan materyaller tekrar edildiği takdirde konu çok daha iyi bir biçimde özümsenir. Ne yazık ki geleneksel eğitim sistemi, uzun derslerle aşırı yüklenen öğrencilerin öğrendikleri her şeyi hemen hatırlayacağı beklentisi üzerine kurulmuştur. Günümüzde ise bu yaklaşım, kendi başına nasıl çalışacağını bilmeyen öğrencilere fayda sağlamadığı gibi verimsiz bir yöntem olarak kabul edilir.
Mikro-öğrenim (Microlearning), derslerin zaman içerisinde düzenli tekrarlarla daha küçük aralıklar biçiminde bölünebildiği durumlarda yardımımıza yetişir. Mikro-öğrenim savunucuları, söz konusu yaklaşımın yeni bilgi ve becerilerin pekiştirilmesine fayda sağladığı inancındadır.
Mikro-öğrenim, mesleki eğitim ve geride kalan öğrencilere öğretim sunulması alanında özellikle umut vadeder. Özellikle elektronik eğitim programı formatlarının uygulamaya alındığı alanlarda verimlilik sağlar.
Bir diğer EdTech konsepti olan nano-öğrenim (Nano-learning) ise derslerin çok ufak miktarlarda, en uygun anda ve en doğru noktada sunulmasını mümkün kılar. Bu öğrenim modelinde, 10 dakika öncesinde öğrendiğimiz bir konuyu hatırlamıyor olmamız hiçbir sorun teşkil etmez; zira bu bilgiye ihtiyaç duyduğumuzda, yeniden öğrenebiliriz.
Bunu açıklamak için yemek tarifine dayalı şöyle bir karşılaştırma yapabiliriz: Henüz amatör bir aşçının senede bir iki kez kullanmak üzere tüm pişirme numaralarını, mutfak tüyolarını uzun süreli belleğine kaydedecek şekilde ezberlemesi hiçbir anlam ifade etmez. Bu model, akademik ya da mesleki konuların öğrenilmesine ilişkin ilkelere uygulandığında ise WhatsApp, Slack ya da Teams üzerinden kısa süreli dersler alınabilir. Diğer nano-öğrenim platformları ise bilgiyi Twitter ya da TikTok gibi sosyal medya platformları üzerinden iletmektedir.
Sonuç
Yeni dijital bilgi teknolojilerinin geleceğe dönük kullanımı söz konusu olduğunda, hiçbir sınır çizmek mümkün değildir. Şu anda bile öğretmenler, öğrencileri daha da motive etmek üzere farklı araçlar kullanırken öğrencilerin çalışmalarını kolaylaştıracak türde yepyeni araçlar ortaya çıkmaya devam etmektedir.
Yine de dijital dünyanın gelişim tarihine baktığımızda, ortaya koyulan teknolojinin yolun yarısı olduğu aşikardır: Bu, yalnızca bir başlangıçtır; asıl zorlu görev, bunları mevcut öğrenim kalıplarının içerisine dahil edebilmektir.
Son Yorumlar