Seçim yaklaşıyor. Siyaset erbabının popülist refleksleri, harekete geçiyor. Popülizm, iktidarı ele geçirmenin bir basamağı gibi
algılanıyor.
Oylarını yükseltmeyi hedefleyenler, “asgari ücret, bayramlık ikramiye ve mazot” ekseninde, vaziyeti toparlamaya çalışıyor.
Tercüme edersek, söyledikleri şu:
– Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır. Fabrika ayarlarımıza dönelim.
Eğri oturalım, doğru konuşalım.
Sizi de hasretini çektiğiniz fabrika ayarlarınızı da biliyoruz. Aslında, biz bu filmi defalarca gördük. Hafızamızı şöyle bir tazeleyelim ve halkımız adına soralım:
-Geçmişte, benzer argümanlarla, enflasyonu bir hayat tarzına dönüştürmediniz mi? Yüksek kronik enflasyonu, “büyümenin ve istihdamın bedeli“ diye takdim etmediniz mi?
-TL’yi sıfırlarla donatmadınız mı? İnsanımızı, kuyruğunda 16 tane sıfır barındıran katrilyonlu rakamlarla tanıştırmadınız mı? Enflasyonu önlemek yerine, onunla birlikte yaşamanın yollarını keşfetmediniz mi?
-Ulusal parayı çökertmediniz mi? Parayı dandik hale getirip, ekonomiyi dolarize etmediniz mi?
-Merkez Bankası’nın Hazine’ye açtığı kısa vadeli avansı (Genel Bütçe başlangıç ödeneklerinin % 15’i kadar), son damlasına kadar kullanmadınız mı?
-Kamu bankalarını ikinci bir hazine gibi istihdam ederek, görev zararları marifetiyle siyaseti finanse etmediniz mi?
-Bütçe dışı fonlar ihdas ederek ve bu dipsiz kuyuları, Sayıştay denetiminin dışına çıkararak, Meclis’ten geçen bütçenin yanında, ikinci bir bütçe oluşturmadınız mı?
-Bir kısım özel bankanın hortumlanmasını ve batmasını seyretmediniz mi?
-“Seçmene selam!“ faslından, “sosyal güvenlik kurumlarını“ çökertmediniz mi?
-”Yüksek enflasyon-hızlı büyüme” diye belirlenen saadet zinciri duvara tosladığında, IMF’ye gitmediniz mi?
-IMF’den gelecek krediyi, hasreti çekilen bir “müsekkin ya da uyuşturucu” gibi beklemediniz mi?
-IMF, “önce reform, sonra para” dediğinde “önce para, sonra reform” gibi kurnazlıklara tevessül etmediniz mi?
-IMF tarafından köşeye sıkıştırıldığınızda, sahte gündemler oluşturmadınız mı?
Ve daha neler, neler…
*****
Özetlemek gerekirse…
30 yılı aşan bir zaman diliminde, kronik enflasyon eşliğinde bir dizi krizle tanıştık. Yabancılar, “Türkiye’nin en istikrarlı ekonomik göstergesi enflasyondur” diye sataştılar, sineye çektik.
Mesela…
-Büyümenin 10 yıllık ortalama olarak yılda % 4,8’le en yüksek olduğu 1970-79 arası, yıllık enflasyon % 24’le en düşük seviyede
gerçekleşmiş
-1980-1989 döneminde, ortalama büyüme % 4’e gerilerken, enflasyon % 50’ye yükselmiş.
-1990-2001 yılları arasında, büyüme % 3.2’ye düşerken, ortalama enflasyon % 75’e tırmanmış.
-Ekonomi, 1994, 1999 ve 2001 yıllarında (sırasıyla “-6.1,-6.4,-9.5” olmak üzere) üç defa negatif büyümüş.
Üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili ülkemizin, borç dinamiklerini özetlerken, 2000 ve 2001 yıllarında ne diyorduk?
Sabrınızı zorlamadan söyleyelim: “Yol engebeli, merkep topal, yük zücaciye!” diyorduk.
Sebebi son derece açıktı:
-Borç/GSYH oranı çıldırmıştı.
-Kısa vadeye yoğunlaşan borç stokunu, çok yüksek bir reel faizle döndürmek zorundaydık.
-Kamu borçlanmasının mali sistem içindeki payı, dehşet verici boyutlara tırmanmıştı.
-Hazine’nin finansmanına aracılık eden bankacılık sektörünün bilançolarında bir dizi finansal mayın göz kırpıyordu.
-Batan bankaların ve kamu bankalarının görev zararlarının getirdiği yük de cabasıydı.
Uzun lâfın kısası, 1999’a geldiğimizde, borç yönetimi tıkanmıştı, su kaynatıyordu. Ülke, tam anlamıyla tefeciye düşmüş basiretsiz tüccar görüntüsü veriyordu. Piyasalar, konsolidasyon ve moratoryum dedikodularının gölgesinde nefes alıyordu.
2000 yılında, istikrar programıyla önceleri biraz rahatlar gibi olduk; fakat Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizi, ekonomiyi yeniden bir felaket senaryosunun içine attı.
*****
Olup bitene, şöyle de bakmak mümkün.
Ekonomide olup bitenler, bir taraftan senaryosu yazılan, diğer taraftan çekilen niteliksiz dizileri andırıyordu. Yazılı olmayan toplumsal sözleşme, popülizmi yıllarca iktidara taşıdı. Sandıktan, “Baba Devlet ve Halefleri” diyebileceğimiz bir model çıktı ve çok net bir mesaj verdi:
-Bölüşmek için üretmek gerekmez, üretmeden de bölüşülebilir.
Aynı toplumsal sözleşme, giderek genişleyen bir kamu kesimi borçlanma gereği, sürdürülmeyen borç dinamiği ve çöken bir banka sisteminin katkısıyla finansal krizlere tosladı.
Ankara’dan bölüştürülen rantların egemen olduğu “Hababam Ekonomisi,” “Hababam Sınıfı” tarafından yönetildi; “Hababam Sınıfı,” tüm sosyal sınıfların fevkindeydi.
Kısa vadeli spekülatif sermaye hareketlerinin gölgesinde (ve şantajı altında!), müflis bir kamu maliyesinin refakatinde, “sığ bir mali sistem ve kronik enflasyon” ile yürütülmeye çalışılan büyüme modeli çöktü. Makyaj döküldü, ama “Hababam Sınıfı” bu durumu
bir türlü kabullenemedi.
“Hababam Sınıfı” Kasım 2002’de, sandığa gömüldü. O tarihten bu yana, bir türlü toparlanamadı.
Önümüzdeki seçimde, toparlanabilirler mi? Bu kafayla, çok zor.
Tüm umut tacirlerinin dikkatine arz olunur.
*****
Not: “Hababam Ekonomisi” diye bir belgesel dizi ya da film yapılabilir. Yakın tarihimiz, böyle bir belgesele kaynak oluşturabilecek birçok malzemeyi içinde barındırıyor.
Son Yorumlar