IBM İş Sürekliliği ve Esnekliği Hizmetleri Genel Müdürü RichardJ Ruiz ile IBM’in bu alanda sunduğu çözümler ve hizmetler üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.
Ruiz “Felaket Kurtarma denilince akla sanki bir firmanın yardıma ihtiyacı olduğunda yardım ediyormuşuz algısı gibi yanlış bir algı geliyor. Ancak bizim görevimiz müşterilerimizin hiç sorun yaşamamasını sağlamakhr” dedi. Firmaların mutlaka bir acil eylem planına sahip olması gerektiğini söyleyen Ruiz, iletişimin felaket anında dahi ayakta
tutulabilmesinin en önemli şey olduğunu belirtti…
Bize IBM İş Sürekliliği ve Kurtarma Hizmetleri’ndeki görevinizden ve geçmişinizden kısaca bahseder misiniz?
IBM’de yirmi altı senedir çalışıyorum. Bu sürecin yarısını satış departmanında yarısını da hizmet departmanında geçirdim. İş Sürekliliği ve Kurtarma Hizmetlerinde ise iki senedir görev yapıyorum. Ondan önce ise Çin’de Dış Kaynak Kullanımı alanında görev yaptım. Bugün IBM’in dünya çapında yaklaşık hali hazırda 164 veri merkezimiz var. Bu sayı her ay artıyor. Yaklaşık 4 bin çalışanımız var ve yılda ortalama 10 bin müşteri için test işlemi gerçekleştiriyoruz. Müşteriler gelerek, süreci test ediyorlar. Grubumuzda ayrı ayrı dört iş ünitesi var. Ben Kıdemli Başkan Yardımcısına bağlı çalışıyorum. Pazarlama, satış, sevkiyat ve teklif birimlerimizin hepsi birlikte. IBM bu birimleri ayrı tutmak için bu şekilde çalışmayı tercih ediyor. Çünkü müşterimiz için burası çok önemli bir alan. Bu nedenle bu birimleri ayrı tutuyoruz.
Kapsamlı portfögünüzde, İş odaklı, veri odaklı ve olay odaklı üç kategori olduğu belirtiliyor. Bize bunlardan bahsedebilir misiniz?
Önceden adımız “Felaket Kurtarma Birimi”ydi. Fakat “İş Sürekliliği
ve Esnekliği” (Kurtarılabilirliği)
olarak değiştirdik ve bu bağlamda misyonumuz da değişti. Çünkü “Felaket Kurtarma” denilince daha çok sanki bir firmanın yardıma ihtiyacı olduğunda onlara yardım ediyormuşuz gibi algılanıyordu. Ancak “İş Sürekliliği ve Esnekliği (Kurtarılabilirliği)” demek, müşterilerimizin hiç sorun yaşamamasını sağlamak demek. Bu işi değişik şekillerde yürütüyoruz. Farklı coğrafyalarda hizmet sunuyoruz. Müşterilere bazı değişik tekliflerimiz oluyor. Örneğin, danışma grubumuz firmaların planlarını inceliyor ve onay veriyor, ayrıca planları analiz ederek onlara risk ve riski azaltma arasında bir denge sunuyor. İsteyen herkes sıfır riskli bir ortam oluşturabilir. Örneğin, üç veri merkezi düşünün. Hepsi aktif, tam yedeklemeli ve hepsi aslında çok pahalı. IBM olarak biz bu noktada devreye giriyoruz ve bir firma için en doğru dengeyi kuruyoruz. Ayrıca, “Kurtarma Hizmetleri”miz var. Bunlar hem paylaştırılmış hem de tahsis edilmiş olarak 2 farklı şekilde sunuluyor. “İş Esnekliği” hizmetlerimiz var. Burada bulut çözümleri olarak sanal sunucu kurtarma ve içerik yönetiminin yanı sıra yedek verileri kurtarma ve uygulamaları kurtarma hizmetleri veriliyor. Bu hizmetler müşterilerimizin sunucularının çalışabilirlik sürelerini artırıyor ve sorunları en aza indiriyor. Özetlersek, danışman hizmetlerimiz firmalara analiz konusunda yardımcı oluyor, veri kurtarma hizmetlerimiz yedekleme konusunda yardımcı oluyor, esneklik hizmetlerimiz ise problemlerin çıkmasını önleme alanında yardımcı oluyor.
Dünya çapında sunduğunuz “Felaket Kurtarma” çözümlerinden bazı örneklerle bahsedebilir misiniz?
Japonya’da meydana gelen deprem ve ardından oluşan tsunamiyi biliyorsunuzdur. Japonya’ya yakın yerlerde kurtarma bölgelerimiz vardı. Firmalar bu bölgelere çalışanlarını getirerek işlerini sürdürebildiler. “Çalışma Alanı Kurtarma” hizmetimiz de olduğu için burada telefonlarını da kullanarak iş yapmaya devam edebildiler. Bu durumda başka bir şey daha başardık. Firmaların verilerini Avustralya’da kurtarmayı başardık. Veri merkezlerinin tümü çöktüğü için hiçbir şekilde ulaşamıyorlardı ama bizim kurduğumuz sistem sayesinde tüm verilerini Avustralya daki veri merkezine aktarmayı başardık ve bu sayede ertesi gün çalışmalarına sorunsuz bir şekilde devam edebildiler.
Ayrıca “Uygulama Esnekliği
(Application Resiliency)” iki üç yıldır verdiğimiz bir hizmet. Müşterilerimizin uygulamalarını ve verilerini onların yerine sunucularımızda barındırıyoruz ve yedekliyoruz. Bu uygulama seviyesinde bir hizmet, yani daha üst seviyede bir hizmet. Şaşırtıcı olacak ama bu hizmeti Amerika hariç başka birçok ülkeye sunuyoruz. Amerika’da birçok firma bu hizmete ihtiyacı olmadığını düşünüyor çünkü onlar kendi uygulamalarını kendi sunucularında barındırıyorlar. Ama bu hizmeti daha çok Türkiye, Polonya, Rusya’nın yanı sıra Latin Amerika ve Asya’daki bazı ülkeler gibi gelişmekte olan ülkelerde görüyoruz. Bir başka örnek olarak da geçtiğimiz yıl Amerika’da meydana gelen Irene Kasırgası verilebilir. Amerika’nın güney batısının dış bölgelerinden, Florida taraflarında müşterilerimiz vardı. Kasırga meydana geldiğinde firmanın verilerini New York’taki Sterling Forest tesislerimizde bulunan sunuculara yönlendirdik ve burada koruma altına aldık. Daha sonra firma çalışanları uzaktan bu veriler üzerinde çalışabildiler. Daha sonra verileri buradan Colorado’ya da yönlendirmek üzere hazırladık. Bir tayfun veya kasırga olasılığında verilerimizi ülkenin bir ucundan diğer ucuna taşıyabilme gibi bir hizmetimiz var. Bu sayede firmaların sunucuları çalışır durumda ve online kalabiliyor. Asla çökmüyorlar ve yeniden kurtarmamıza gerek kalmıyor.
IBM İş Sürekliliği ve Esnekliği Hizmetleri’ne şu anki piyasada bakış açınız nedir?
Bence çok iyi ve büyüyen bir pazar. Biz de çok hızlı bir büyüme yakaladık. IBM
bu alanda piyasada bir numaralı firma. Biz bu işi kırk yılı aşkın bir süredir
yapıyoruz, dolayısıyla bu alanda çok fazla tecrübemiz var. Bir de sürekli çevrede bu hizmetleri almayan firmaların başına gelen olaylar önümüzde örnek olarak duruyor. Bu firmalar belki bu sorunların üstesinden geliyor fakat o süreçte çok fazla da itibar kaybediyorlar. Verilerinizi kurtarabilirsiniz ama müşterilerinizi mağdur ederseniz itibarınızı Kaybedebilirsiniz, bunun da geri dönüşü pek kolay olmaz.
Örneğin Tayland’da bir banka vardı. Bir gün sel oldu ve bu bankanın ATM’leri sular altında kaldı. Gün sonunda ATM’ler yeniden çalışmaya başladı ama müşterilerinin yüzde 10’unu da kaybetmişlerdi. Çünkü gün içinde parasını çekmek üzere ATM’lere giden insanlar mağdur olmuşlardı ve paniğe kapılmışlardı. Dolayısıyla paralarını ATM’leri çalışan başka bir bankaya yatırmışlardı. Banka belki ATM’lerini bir günde tamir edip yeniden çalışır duruma getirmeyi becerdi ama itibarını yeniden kazanması belki aylar alacaktı. Bu tip olaylardan sonra firmalar itibarlarını geri kazanmanın daha maliyetli olduğunu gördüler.
Firmalar doğal afetlere karşı ne tür önlemler almalılar?
Firmalar öncelikle çalışanlarıyla iletişimin kesilmemesi için bir acil eylem planı yapmalılar. Bunu birçok firma kendisi gerçekleştiriyor. Firmalar doğal afet meydana geldiğinde çalışanlarına ne yapmaları gerektiğini nasıl söyleyeceklerini kestiremiyorlar.
Afet durumunda bir çalışanın ilk aklına gelen şey evi ve ailesi oluyor. Çalışanlar işe gidemeyeceği için de firmalar bu süreci nasıl yöneteceklerini önceden planlayamıyorlar. İletişimin böyle bir ortamda ayakta kalabilmesi en önemli şey. Bu gibi sorunlara IBM çözüm sunuyor. Türkiye’de de bu tarz bir çalışmamız var. Yani alınabilecek önlemlerden bir tanesi bu “insanlarla iletişimi sürdürebilmek”. Japonya’da gördüğümüz bir şey vardı; jeneratörler. Bu sayede sunucuları ayakta tutup yedek alabildiler. Ama atladıkları bir şey vardı. Jeneratörler için gerekli olan yakıt ve insanlar için gerekli olan yiyecek. Böyle olunca yakıtı tükenen jeneratörler daha fazla hizmet veremeyince tüm sunucuları çalışmayı durdurdu. Evet, bir planları vardı ama yeterli kaynak konusunda başarısız olmuşlardı. Daha önce de belirttiğim gibi IBM’in bu konuda bir ön çalışması hali hazırda var. Dünyada 164 adet sunucumuz var ve verileri bunlardan herhangi birine istediğiniz zaman rahatlıkla taşıyabiliyoruz. Her sene 10 bin testi bunun için gerçekleştiriyoruz. Birçok müşterimiz testi pahalı buluyor ancak testleri hataları bulmak için yapıyoruz. Bunun sonucu çok daha pahalı olabilir.
IBM bu sorunlarla ilgili nasıl çözüm önerileri sunuyor ve IBM bu alanda bir numara olduğu iddiasının nedenleri nelerdir?
Sadece doğal afetlerde değil, enerji sıkıntısı durumunda, güvenlik zafiyeti durumunda ya da müşterilerimizin kablolara takılıp cihazlara zarar vermesi gibi durumlar da söz konusu. “Bilgi İşlem departmanınız tümden zarar gördüğünde, sisteminizin çalışması durduğunda işinize zararı ne boyutta olur?” İşte biz buna bakıyoruz, buna İşe Etki Analizi (Business Impact Assessment BIA) deniyor.
Bu işte kendi alanımızda bir numara olduğumuzu da yaptırdığımız piyasa analizi söylüyor. Ayrıca müşterilerden gelen geri beslemeler de bunu gösteriyor. Ayrıca, biz bu işi uzun süredir yapıyoruz IBM’in henüz başladığı bir iş değil bu. Kırk yıldan uzun bir süredir bu işin içindeyiz. Sahip olduğumuz müşteri sayısı ve firmanın büyüklüğü de aslında bunun bir göstergesi. Başka bir detay da yüzde
100’e yakın veri kurtarma başarımızdır. Bu, tarihimiz boyunca neredeyse her müşterimizin söylediği bir şey. Ve asla durmuyoruz. Bu süregelen ve devam eden bir iş. Bunu dünyanın her yanında yapıyoruz. Çalışanlarımızı oradan oraya gönderiyoruz. Toplamda 400 binden fazla çalışanımız var. Sadece benim çalıştığım bölgede 4 bin çalışan var. Dünyanın geri kalanında erişim sınırlarımız içinde olan 396 bin kişi daha var.
IBM iş sürekliliği ve felaket önleme alanında Türkiye’de ne gibi hizmetler sunuyor?
Verdiğimiz tüm hizmetler Türkiye için de geçerli. Ancak “Content Management -İçerik Yönetimi” hizmetimizi Türkiye’de henüz piyasaya sunmuş değiliz. Bu hizmetimiz hâli hazırda var. İhtiyaç olduğu taktirde bu hizmeti buraya da getirebiliriz. IBM’in şöyle bir avantajı var; burada Türkiye’yi bilen ve çözüm ortaklarını tanıyan bir ekibimiz var. Küresel desteğe ihtiyaç duyulduğunda onlarla iletişime geçiyoruz. Yerel pazarda IBM Türk var ve gerektiği alanlarda küresel ağdan destek alıyor. Örneğin, Latin Amerika’da ABD’deki bir projeyi yürüten bir ekip var. Müşterilerimizin ihtiyaçlarına çözümler üretiyoruz.
İzmir’de bu alanda hizmet veren bir merkeziniz var. Bu merkezden bahsedebilir misiniz?
Hem İstanbul’da hem de İzmir’de veri merkezlerimiz var. Niyetimiz Türkiye’de daha fazla sayıda daha farklı yerlerde veri merkezleri kurmak. Şu anda bunun için bir fizibilite çalışması yürütüyoruz. İstanbul’daki firmaların İzmir’le ilgilendiklerini görüyoruz. Ancak her iki il de deprem riski taşıyor bu nedenle başka illere de bakıyoruz. Türkiye’deki şirketler IBM’i çok büyük ve prosedürlerinden dolayı yavaş işleyen bir firma olarak görüyorlardı ancak bu görüş değişti. 26 yıldır IBM’de çalıştığım için bu değişimi gözlemledim. 1980’lerde çok kötü zamanlarımız oldu fakat bu dönüşüm ile ayakta kalabilmeyi başardı. Şimdi gördüğüm “yeni IBM” daha çok müşteri odaklı çalışıyor ve müşterilerden gelen geri dönüşler de gayet iyi. Dünya genelinde müşteri memnuniyeti oranlarımız ise hiç olmadığı kadar yüksek.
Son Yorumlar